Türkiye' de bürokratik vesayet rejimi ve tek parti döneminin ideolojisi tasfiye edildikçe, bu rejim ve ideolojinin siyasi uzvu olan CHP üzerindeki baskı artıyor. CHP bu baskı karşısında Yeni Türkiye'ye, yeni aktörlere, yeni iktisadi ve siyasi rejime uygun modern bir siyasi partiye dönüşmeyi başaramadıkça insicamını kaybeden reaksiyoner bir partiye dönüşüyor. İdeolojik ve siyasi bir dönüşümü sağlayamadığı ölçüde nükseden bu reaksiyonerlik, CHP'yi, cephedeki güç dengelerinin şekillendirdiği stratejik değişikliklere zorluyor.
Ancak CHP bu stratejik değişiklikleri ideolojik ve siyasi değişiklikler gibi takdim edebilecek ideolojik medya aygıtlarına hâlâ sahip olduğu için, büyük değişimler içindeymiş gibi bir imaj yaratabiliyor. Baykal'ın gidip Kılıçdaroğlu'nun gelmesi, işte bu halin hikâyesidir. Bu imajın sınanması, partinin yayınladığı metinlerde değil, somut siyasi gelişmeler karşısında alınan pozisyonlarda gerçekleşiyor.
CHP başlangıçtan beri bir şefin etrafında konumlanan farklı fikir gruplarıyla var olagelmiştir. Bu gruplardan hangisi öne çıkarsa çıksın ortak payda, bürokrasinin veya devletin parti politikasındaki tayin edici yeridir. Bu itibarla CHP'de gerçek bir değişim, nihai kararların bürokratik elit ve taleplerin dışında verilebilmesiyle mümkündür. Böyle bir değişim ise, CHP için bir varlık, beka, hikmet-i parti ve ontoloji sorunudur. Bu yüzden CHP'deki değişim ancak bu durumun tartışılamayacağı bir çerçevede olabilir. Bu ise, bürokratik elit ve taleplerin daha iyi savunulmasının ötesinde bir önceliği olmayan, stratejik hamlelerle sınırlıdır.
Baykal'ın yerine Kılıçdaroğlu'nun gelmesiyle başlayan değişim, CHP'nin tutuklu Ergenekon sanıklarıyla ilgili verdiği beklenmedik yemin boykotuyla büyük bir hayal kırıklığı içinde sona erdi.
CHP ve Kılıçdaroğlu'nun ikna edicilik ve tutarlılık sorunu, bu şekilde derin bir kırılmayla arttı. Bu durum belki parti içi iktidar mücadelesi sebebiyle bir ölçüde anlaşılabilirdi. Ancak CHP'nin bu hamlelerinin ardında siyasi bir aklın varlığına ilişkin şüpheler, CHP'yi ve Kılıçdaroğlu'nu giderek daha marjinal hale getirmektedir. CHP, farklı grupları bir arada tutabilmeyi başaramayacak, kolayca parçalanabilecek bir merkezsizleşme ve yönsüzlük girdabının içine düşüyor.
Esasen Deniz Baykal'ın son döneminde de bu tehlike vardı. Çünkü CHP'nin omurgasını teşkil eden bürokratik vesayet ve ideolojisi geriledikçe, parti bileşenlerini bir arada tutan yapı zayıflıyordu.
Önce darbe sonra AK Parti'nin kapatılma ihtimalinin bertarafı ve son olarak da 12 Eylül 2010'daki anayasa değişikliğiyle bürokratik vesayet kurumlarının aldığı ölümcül darbe bu bağlamda kaydedilmeli.
Kılıçdaroğlu bu dağılan bileşenleri bürokratik vesayet kurumları ve ideolojik medya aygıtlarının büyük kampanyasıyla yeniden bir araya getirdi.
Bunun da ötesinde, mevcut koalisyonu genişletme umudunu yeşertti. Ancak, 12 Haziran 2011 seçim sonuçları bu ihtimalin arzu edildiği nispette gerçekleşmediğini ortaya çıkardı.
CHP'nin omurgasını teşkil eden bürokratik vesayet kurumları AK Parti'nin 330 milletvekili çıkarmamasıyla Yeni Anayasanın zora girmesine rağmen rahatlayamadılar. Çünkü devam eden, derinleşeceği ve yenileriyle genişleyeceği anlaşılan Ergenekon, Balyoz, fail-i meçhuller, 12 Eylül gibi davalar karşısında bürokratik vesayetin ve onun gayrimeşru aktörlerinin 4 yıl daha dayanması mümkün görünmüyor.
CHP bu yüzden bu zümre üzerindeki baskının sıklet merkezini dağıtmak ve davaların ilerleyişini engellemek için Ergenekon eksenli bir hamleyle rejimi kilitlemek istiyor. Bu aynı zamanda oyuna yeniden dahil olmanın şartını da açıklayan bir siyasi hesaba da denk geliyor olabilir: Ergenekon ve benzeri davalardan vazgeçilmese bile Susurluk sonrası davalarda olduğu gibi bir savsaklama garantisi karşılığında Kürt sorunu ve Yeni Anayasanın yapımında AK Parti'yle işbirliği yapmak.
CHP'nin karmaşık ve iyi hesaplanmamış hamlelerinin ardında bu tür bir siyasi hesabın varlığı teyit edilmiş değil. Bu olsa dahi, hesabın gerçekçiliği tartışmalıdır. AK Parti ve genel olarak kamuoyu Ergenekon, Balyoz, fail-i meçhuller, 12 Eylül gibi yargılamaların savsaklanmasını değil sonuna kadar götürülmesini istiyor. Üstelik tablo netleşmedikçe bu grupların eski yöntemlere dönmeyeceklerine ilişkin bir garanti yok.
CHP, bu performansıyla bu garantiyi verebilecek siyasi liderlikten ve kurumsal yapıdan mahrum. Üstelik AK Parti'nin 4 yıl daha tek başına hükümet kurma imkânı varken böyle bir riskli yola girmesi siyasi akla uygun olmayacaktır. Bu bakımdan AK Parti'nin Ergenekon'u vererek Yeni Anayasayı almasını gerektirecek bir mecburiyet yoktur.
TBMM'ye girmeyerek Ergenekon'dan çıkış hamlesinin başarısızlığı durumunda ise, CHP'deki parti içi iktidar mücadelesinin ötesinde CHP'yi bir arada tutan çadır direğinin, yani bürokratik vesayet elitinin ve ideolojisinin çöküşüyle dağılma ve parçalanma ihtimalini güçlendirecektir.